Dedikodu nedir? Bir çok kişi tarafından yadsınsa da hala bu aracı kullanmayan hemen hemen hiç kimse yoktur? Bunların cevabını hiç düşündünüz mü? Bu olgudan her ne kadar uzak durmaya çalışsak da bazen olayın tam ortasında kendizi mi bulmuş olduğumuz zamanlar olmuştur, okuyanların bu duyguyu hemen hayatlarından hatırlayacaklarını biliyoruz. Biraz şöyle dedikodunun tarihine bakalım mı ne dersiniz?
Dedikoduyu yakın insan davranışı olarak açıklıyor günümüz bilim insanı. Ortaya çıkışıyla ya da adlandırmaya, anlamlandırmaya çalışan bir sürü tez ortaya atılmış. Bu anlamlandırmalar insanlık tarihi adına bizleri bir çok ipucuna yönlendiriyor. İşbirliği yapmaya, beraber çalışmaya, sosyalleşmeye yönlendirdiği gibi toplumda bir tutkal görevi de görüyor. Bu tezlere bir göz atalım.
Biraz geçmişe gittiğimizde maymunlarla ortak atalarımızın bilimsel kanıtlarını görebiliriz. Bu ortak atanın 6 ila 13 milyon yıl önce ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Araştırmalar ayrıca gösteriyor ki maymunlar sandığımızdan da gelişkinler. İletişim kurmak konusunda iki insanın sohbet etmesi kadar olmasa da gelişkin oldukları söylenebilir. İskoçya’da yapılan bir deneyde ise hayvanat bahçesindeki maymunların ise kısa sürede yeni bir kelime anlamı taşıyan sesler çıkardığı görülmüştür. Bu tespit, insanların dilinin de nasıl geliştiğine dair ipuçlarını içerisinde barındırıyor.
Atalarımızın bir tandan yeni dil becerilerine olan öğrenimi devam ederken beyinlerinin de geliştiği görülebiliyordu. Bundan tam 1,8 yıl önce yaşamış Homo Erectus’un beyninden pay biçilecek olursa; bu insan türünün beyninin eski türlere oranla çok daha büyük olduğu bilinmektedir. İnsanlar, Afrika’dan Avrupa’ya ve daha sonra da Asya’ya göçerek yeni topluluklar kurmuşlardır. Büyük beyinlerin daha ileri toplumların ve daha ayrıntılı dillerin gelişiminde etkisi yadsınamaz.
Homo Sapiens, tünün en zekisi ve moderni olarak 200 bin yıl önce ortaya çıkmaya başladı. Modernleşen dil için gereken gen türü güncel halini almıştı ve evrilmişti. Ancak dilin gelişim sürecinin de tek başına dedikodunun kökenini açıklamaya yetmeyeceğini görebilirsiniz. Sohbet ortamlarında doğan dedikodunun daha derin bir amacı olabilir.
1990’larda ortaya bir teori atıldı. Bu teoriye göre sosyal bağların devamlılığı için dil bir yardımcı görevi görüyor. Bireyler arasında bağları korumanın önemli olduğunu insanların da dahil olduğu primat gruplarda görebilirsiniz.
Maymunlarda bu durum daha çok temas ile gerçekleşmektedir. Tüylerdeki parazitleri ve pislikleri temizleyerek ve dokunarak bunu gerçekleştiriyorlar. Uzmanlara göre; başlangıçta temizlik amacı güden bu durum zamanla daha çok iletişim amaçlı yapılmıştır. Bununla ilgili delillerin de olduğu bilinmektedir. Tüylerini temizlemeleri sadece birkaç dakika alsa da bazıları saatlerce bu amaçla yan yana oturmaktadır. Aslında bu bir bağlılık ifadesi olarak görülebilir. Dedikodunun da böylece bu fiziksel kökenden geldiği ve fiziki temasın sözlü bir hâle dönüştüğü görülebilir. Bireylerin birbiriyle yakınlaşmasında bir etken olmuştur. Bire bir yaşanan bu durum daha sonra grup üye sayısının da artmasıyla teke tek ilişkilerden daha fazla bireyin dahil olduğu bir hâle gelmiştir. Dedikodu yoluyla birkaç insanla bağlantı kurulmuş ve dedikodu sosyal bilgi paylaşımı için oldukça etkili yöntemler arasında bulunmuştur.
İlk insanlarda dil ve kaynaşmadan başka şeylere de ihtiyaç bulunmaktaydı. Büyük beyin, dil ve kaynaşma gibi şeyler tek başına bir ihtiyaç değildi. Başarılı bir şekilde avlanmak zorundaydılar ve meyve toplamak için bir işbirliği içerisine girmeliydiler. Bunun etkili yollarından birisi de bireylerin rolleri hakkında bilgi paylaşımı yapmasıydı. Av kim tarafından kovalanacak veya yakalanacak gibi temel rollerin konuşulması gerekiyordu. Bu oldukça önem kazanan bir durumdu.
Dedikodunun ortaya çıkışında bir diğer kabul gören teori ise ateşin etkisidir. İnsanlar gün ışığının olduğu saatlerde beslenme ve barınma gibi zorunlu ihtiyaçlarıyla uğraşıyordu. Karanlık çöktüğünde ise pek bir şey yapamıyordu. Ateşin bulunmasıyla bu durumun seyrinin değiştiğini görebilirsiniz. Ateş, sıcak ve güvenli bir ortam sunuyordu. Böylece insanlar birbirleriyle rahatça iletişim kurabiliyor ve sohbet edebiliyordu.
Son dönemlerde yapılan bir araştırma da bu teoriyi doğrular nitelikte. Afrika’nın güneyinde Kalahari çölünde yaşayan yerli halkın, gündüz pratik sorunlarla ilgili konuşurken, gece ateş etrafında daha farklı konuştuğu, hikayeler anlatıldığı görüldü.
Gelip geçici özelliğinden dolayı dedikodunun kaynağını tam olarak tespit etmek zor. İlk insanların DNA’sı ile ilgili araştırmalar yeni veriler ortaya koyabilir. Neandertallerde konuşmak için asli olan genin bir türünün bulunduğu tespit edildi.
Uzmanlar bir gün Homo erectusun da DNA’sının bulunabileceğine inanıyor. Onlarda da benzer genlerin olması dedikoduya başvurmuş olabileceklerine işaret edebilir.
Fakat daha net veriler elde edilinceye kadar bu konu tartışılmaya devam edecek ve bu tartışmalar konunun kendisi gibi hem bilimsel verileri hem de spekülasyonu içerecektir.
**Bu makalenin İngilizce aslını BBC Earth’te okuyabilirsiniz.
“Bilişsel Devrim’in arifesinde, dedikodu Homo sapiens‘in daha büyük ve daha istikrarlı gruplar kurabilmesini sağladı. Ama dedikodunun bile sınırı vardır. Sosyolojik araştırmalar dedikodu sayesinde bir arada durabilen “doğal” bir grubun sınırının 150 kişi olduğunu göstermiştir. Grup bundan daha büyük olduğunda çoğu kişini diğerlerini ne yeterince yakından tanıyabilir, ne de etkili bir şekilde dedikodu yapabilir.
İnsanların oluşturduğu yapıların çoğunluğunda, bugün bile bu sihirli rakam bir eşiktir. Bu eşiğin altındaki topluluklar, işyerleri, toplumsal ağlar ve askeri birimler varlıklarını bireylerin karşılıklı olarak birbirlerine yakından tanımaları ve dedikodu sayesinde sürdürürler. Bu yüzden de düzeni korumak için resmi rütbeler, sınıflar ve kurallar gerekmez.** 30 askerden oluşan bir müfreze, hatta 100 askerlik bir bölük bile yakın ilişkiler sayesinde sorunsuz, işleyebilir ve en az resmi disipline ihtiyaç duyar; saygı duyulan bir çavuş, “bölüğün kralıdır’’ ve atanmış subayların bile ötesine geçen bir otorite oluşturabilir. Küçük bir aile şirketi yönetim kurulu, müdürler, genel müdür ve bir muhasebe departmanı olmadan da hayatta kalabilir ve çok başarılı olabilir.
Ancak birey sayısı 150’yi geçtiği anda işler değişir. Binlerce askerden oluşan bir birliği, bir müfrezeyi idare ettiğiniz gibi idare edemezsiniz. Başarılı aile şirketleri büyüyüp daha fazla çalışan istihdam ettiğinde genelde sıkıntıya düşer, kendilerini yenileyemezlerse çoğu iflas eder.
Homo sapiens bu kritik eşiği aşıp, on binlerce kişiden oluşan şehirler kurmayı ve milyonlarca insanı yöneten imparatorluklar oluşturmayı nasıl başardı? Bunun sırrı muhtemelen kurgunun ortaya çıkmasıydı. “(Yuval Harari/ Sapiens.”
Sosyalleşme deyince Bonobolara değinmeden geçmek haksızlık olur. Huzuru, barışı, düzeni saglamak, hatta arkadaş olmak için bile sevgili olabiliyorlar. Hayvanlar aleminin en renkli dugularana sahip olmaları dışında DNA yapılarıda yüzde 98 bir oranla bize uyumlular. Aşk yaşantılarında bir tek tabuları var o da Ödipus.
Sadece Kongo’da yaşayan bonobolar, hippilerin 1960’lardaki ütopyası savaşma-seviş düzenini gerçekleştirmiş görünüyor. Buldukları her fırsatta, her yerde, her pozisyonda aşk yapıyorlar.Bonoboları inceleyen bilim adamları hayrete düşüyorlar. Onlar için cinsellik bir gereklilik değil yaşama şekli. Üremek, sosyal yaşamlarının kalitesi yanında ikinci plana atılıyor. Onlara panseksist denemesi bundandır. Kama-sutra maymunları da olarak bilinen bonobolar anaerkil bir topluluktur. Erkeklerin kadınlara göre daha kuvvetli ve yapılı olması kadınların birbirine bağlılığını ve işbirlikçi olmalarını geçememiş.Bonobolar kendilerince bir çözüm bulmuş ve çok barışcıl bir yaşam sürdürüyorlar.
Günümüz homo sapiensleri de sosyal medya araçlarını artık çok yönlü kullanmaya başladı. Çığ gibi büyüyen iletişim(dedikodu) araçlarımıza, yetişemez hale gelmiş durumdayız desem hiç abartmış olmayız. Bir çok bilgiye ve insana çok çabuk ulaşabiliyoruz. Bununla beraber çok çabuk tüketen toplumlar haline de gelmiş olduğumuzu gözlemliyoruz. Aşklar, sevgiler, dedikodular, sohbet siteleri, kadın haberleri, erkek haberleri, moda, tasarım kısaca herşey dakikalar içinde işlenip yani dedikodusu yapılıp efsaneleşmeye fırsat verilmeden yok ediliyor. Canımız belki bu yüzden hiç sıkılmıyor, zamanın daha hızlı geçtiğinden şikayetci olsakta bir yandan da uğraşımız olduğu için seviniyor ve bunu hunharca kullanıyor durumdayız. Dedikodunun kötücül bir araç olarak görülmesine karşın yaşamlarımıza katkısını bu açıdan görmemek mümkün değil.
“Filozof Julian Baggini dedikodunun “diğer insanları ahlaki olarak değerlendirme, insanların yaptıklarıyla ilgili doğru, yanlış, iyi, kötü gibi yargıda bulunma” anlamına geldiğini ifade ediyor.”
“İnsan kendine şunu sormadan geçemiyor; iyinin ve kötünün neresindeyiz?”
Bir yanıt yazın